28 Mart 2011 Pazartesi

İnsanlar ve Hayvanlar

arasındaki fark deyince aklımıza ilk gelen ve şüphesiz şekilde en önemlisi olduğuna inandığımız akıl oluyor. Ancak sadece iki ayak üstünde durma ve ellerimizi bu derece etkin kullanma nimeti bahşedilmemiş olsaydı övünüp durduğumuz aklımız acaba bize ne kadar yardım edebilirdi? Bu dünyayı böylesine imar edebilir miydik?

(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. (Rum/9)

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Namaz ve Düşünce ve Duygu Kalıpları

Namaz ibadeti, dinin direği olarak tanımlanmış, düzenli ve düzgün olarak yerine getirilmesinin insanı geliştireceği, hatalarını düzelteceği ifade edilmiştir. Sanırım kişisel bir görüş değil bir çok insanın ortak gözlemi ve itirafı olacaktır ki kendisi bu ağır sorumluluğunu yerine getirmekte her zaman başarılı olamıyor. Bunun temelinde sanırım sorumluluk duygusuyla düzenli olması koşulunu sağlayabilsek bile düzgün kısmındaki takılmalar yatıyor; düzgün olması da düzenliliğin sonuç verebilmesi için şart olarak görünüyor.

Düzgün bir namazın belirtisi namazın kişiye olan faydasıdır. Allah'ın bizim ibadetlerimize ve duamıza ihtiyacı olmadığını, sonsuz mükemmele her hangi bir katkımız olamayacağını biliyoruz. Yani bunların amacı kendimize olan katkıları ve hayatın doğrularını keşfedebilmemizin aracısı olmaları. Ve görevimiz kendimizi bu katkılardan mahrum bırakmamak. İslam'ın bu dünyadan elini eteğini çeken başka dinler gibi sadece ahiret hayatını bildirmek için değil bu dünyadaki hayatımızı ideale yöneltmesi için de var olduğunu biliyoruz. Zaten dinin faaliyet alanı insanın iradesiyle yollarını çizme hakkına sahip olduğu bu dünya olmalıdır. Namazın da bir görev bilinciyle gerçekleştirilmesi kadar, ideale yaklaştıracak kazançların edinildiği bir tecrübe olarak algılanması ve yaşanabilmesi gerekmektedir. Sadece okunması gerekenlerin ağızla tekrar edildiği değil düşünmeye yönlendiren bir süreç olmalıdır. Beden ve ağzın paralel davranışının ötesine geçmelidir. Bana öyle geliyor ki namazda sadece Kur'an-i Kerim ayetlerinin okunmasının farz olması da namazın asıl amacının yapılan hareketlerin de psikolojik etkileri ile birlikte düşünce ve duyguları harekete geçirmesi olduğuna işaret ediyor.

Ancak günlük hayatın telaşlarına kendisini kaptıran insanın zihni namaza başlarken malesef bu etkilere yeterince açık bir vaziyette olamıyor. Düzenli olarak kılma yönünde kendisini disipline eden bir insan için bu yeterli olmamaktadır, aynı zamanda bu zihni geçişi yapabilmesi için de kendisini belirli bir disipline sokabilmelidir.

Bu disiplini sağlamayı kolaylaştırabilmek için belirli düşünce ve duygu kalıplarının insana
her namazda bir nevi yeniden yüklenmesi gibi bir düşüncem var. Aslında bunun düzgün şekilde namaz kılmayı başaran bir çok insanın sözlü olarak ifade etme gereği hissetmediği, benim ancak görebildiğim bir fikir olması ciddi bir ihtimal. Düşünce ve duygu kalıbından kastettiğim, belirli çıkış noktalarından dallanarak ve her insanın kendi tecrübelerine göre şekillenip zenginleşerek insanda beliren bir düşünce ve duygu kümesi. Bunu insanın belirli bir dönemde çok kez dinlediği bir şarkıyı daha sonra dinlediğinde tekrar o dönemdeki duygu ve düşüncelerini hatırlamasına, o döneme sanki geri döndüğünü hissetmesine benzetiyorum.

Aslında bir yandan her rekatta okunan Fatiha Suresi'ni de böyle bir tetikleyici olarak görmek bana olası geliyor. Hatta bazen benzer çabalar dahilinde sıklıkla Fatiha'nın anlamını düşünerek namaz içindeki disiplinimi korumaya çalıştığımı hatırlıyorum. Fatiha'nın Kur'an-ı Kerim'in giriş suresi olarak içerdiği anlam zenginliği, kapsayıcılığı ve bir dua olması da buna destek oluyor. Her rekatta okunmasını da sadece aynı sözlerin tekrar edilmesi değil farklı düşüncelere yol verecek bir kapı olması şeklinde algılıyorum.

Dinin önerdiği ahlaki değerlerin, dünya ve ahiret hayatına yönelik bakış açısının, herkesin kendine özgü olarak bulabileceği şükür nedenlerinin, geçmiş deneyimlerin, günlük hayattaki hataların vs. gözden geçirilmesi bu düşünce ve duygu kalıplarının oluşturulmasında kullanılabilir. Her insan kendinde gördüğü eksikliklere veya verdiği öneme göre belirli konuları bu kalıba ekleyebilir. Namaza başlayınca bu düşünceler kolayca hatırlanarak tekrar edilmek suretiyle zihni geçiş kolaylaştırılabilir ve bu noktalardan farklı düşüncelere ulaşmaya çalışılabilir. Yine namaz içerisinde meydana gelen kopuşlarda bağlantıyı tekrar kurmakta kullanılabilir.

Allah düzgün namazlar kılmamızda yardımcımız olsun ve yapabildiğimiz ölçüde kabul etsin.

15 Haziran 2007 Cuma

Maç: İhtiyar ve Delikanlılar - Kod Adı:G22

Evet şimdi mikrofonlarımızı Kod Adı G22 muhabirimiz Ömer'e bırakıyoruz...

Maç Öncesi

- Sevgili seyirciler yanımızda Erkan var, Erkan öncelikle sezonun bu ilk maçının öncesinde Kızılcahamam kampını bize biraz değerlendirir misin?

- Valla, herşey çok güzeldi arkadaşlık çok üst düzeydeydi, ancak çok ağır bir hazırlık dönemi geçirdik günde 2 hatta zaman zaman 3 idman yaptığımız oldu. Daha da önemlisi çok önemli takımlarla hazırlık maçları yaptık bunlar eksiklerimizi görmek açısından çok önemliydi...

- Peki bu maç hakkında neler söyleyeceksin?

- Valla zor maç, ama sezona hazırız genç ve hırslı bir takımız, rakibimiz çok tecrübeli. Çok zorlanacağımızı sanmıyorum.

- Peki Erkan başarılar, teşekkürler.

- Sevgili organizatörümüz Sadi Bey yanımızda şimdi de, havalı tişörtü ve kamerasıyla çok yakından takip ediyor turnuvayı o da :). Nasıl gidiyor turnuva?

- Turnuva güzel başladı, bol gollü keyifli maçlar oluyor. Dostluk kardeşlik içinde, fair-play ruhuna uygun bir turnuva umuyoruz, iki takıma da başarılar.

Devre Arası

- Akif, Akif gelir misin!

- Evet abi,

- Akif oyundan ilk yarıda alındın nasıl yorumluyosun?

- Ya abi anlamadım ben hiç bişey, çıktım aslanlar gibi oynuyorum şok oldum zaten ben mi dedim önce inanamadım, e çok gol yediysek tek defans oyuncusu ben miydim takımda, kendisine baksın o önce. Forma filan kalmamış o ara ne denk geldiyse fırlatmışım elime.

Maçın Perde Arkası

- Evet sayın seyirciler maçı 15-3 gibi tarihi bir skorla İhtiyar ve Delikanlılar kazandı. Kod Adı G22'de yüzler gergin.

- Yanımızda maçın şüphesiz en talihsiz ismi olan Yusuf Hoca yanımızda, Hocam ne diceksin maç hakkında?

- Sorma hocam, benim kodun bi hatası aklıma takıldı, kopmuşum maçtan bi ara, fark almış başını gitmiş. Yağmur da yağdı zaten top ıslaktı, zemin de kaygan, kaleciler için çok tehlikeliydi. Hedefimiz zaten ligi Demirkapı'nın üzerinde bitirmek, bunun için de artık daha az gol ve daha az fark yememiz gerekiyor :)

- Teknik direktör Özgür bey basın toplantısı düzenlemeden sahayı terketti ama biz onu arabasında yakaladık, bizi kırmadı ve Beşevler'deki evimize kadar getirdi :) Özgür Bey, öncelikle takımınızın ismi ile ilgili dolaşan rivayetler var, gerçekten ilginç bir isim, siz ne diyeceksiniz?

- Ya bırak ne adı, Kod Adı G22 dedik kod mod kalmadı hepsini çözdü adamlar.

- Bu kadar farklı bir skor bekliyor muydunuz?

- Hayır, sahaya kazanmak için çıkmıştık, varımızı yoğumuzu ortaya koyduk, hepsi buymuş işte...

(Evet sözlerinden biraz sıkıntılı olduğu anlaşılıyor, biraz daha sıkıştıralım)
- Özgür Bey, Ömer'i oynatmadığınız için yoğun şekilde eleştiriler aldınız ne diyeceksiniz?

- Ömer'in kalitesi ortada, sadece biraz zamana ihtiyacı var :)

- Akif'in oyundan alındığında bir tepkisi vardı, bu konuda ne diyeceksiniz?

- Futbolda olur böyle şeyler, lig yarışı uzun maraton, önümüzdeki maçlara bakıcaz artık!

- Peki Özgür abi ben şurda ineyim, teşekkürler

- Rica ederiim :)

- Evet benim aktaracaklarım şimdilik bu kadar, söz stüdyoda!

2 Haziran 2007 Cumartesi

Oğuzhan'a yıllık yazısı

Selam Cicim,

21-2 oldu, 15-2 oldu, 13-3 oldu, hakemin düdüğü ile maç sona erdi, hatta aradan da bir sene geçti. Kazandığımız için mutluyuz. Hayat yarışı uzun bir maraton. Önümüzdeki yıllara bakıcaz :).

Son gün haber verdiğin için yazsam mı yazmasam mı kararsızlığı içinde karalamaya başladım, sınava çalışmaya ara verme pahasına :P. Zaten bir de, tatildeyken dursun diye bizim eve getirdiğin kolileri nereye koyacağımın derdindeyim. Neyse, her ne kadar çenen düşük, lüzumsuz olsan da senin kadar eğlenceli, kafa dengi bir oda arkadaşıyla 2,5 yılımı geçirmiş olmak çok keyifliydi. Bu süreçte aramızda oluşan Hakan abi, muhasebeci, Perihan abla, gençler gibi ortak paydalar nedeniyle bile ipleri koparmamız zor görünüyor. Yazma sürecini zorlaştıran bir diğer etken de bana yazdığın destansı yıllık yazısında herşeyden bahsetmiş olman. Onlardan bahsedip bayatlık yapmış olmak istemem, zaten ne yazsam zor beğeneceksin, senden bi idare eder yorumu kapabilmek için ne kadar çırpınmak gerektiğini en iyi ben bilirim :). İlk programlama dilinin hangi dille yazıldığı sorunu senin düzeyine inerek cevaplayamamış olmamdan kaynaklanan eksikliği göz ardı edersek sahip olduğun genel kültürün ve yarışmacı ruhunun seni başarıya taşıyacağından şüphem yok. Umarım ömür boyu Ziraat kredi verir, Emlak yuvanı kurar, Eczacıbaşı dertlerine derman bulur. Mutlu yarınlar efendim, esen kal.

Ömer.

23 Nisan 2007 Pazartesi

Demokrasi

Demokrasi kendi yok oluşuna göz yumacak kadar demokrat mıdır?

Eğer değilse kendisinden vazgeçtiği çizgi nerededir? Örnekler güçlü olanın elinde diyor.

Onu korumayı, kurtarmayı kendine görev biçen, onun için naralar atanların en azından, onun adına değil, ona karşı bağırdıklarının farkına varmalarını diliyorum.

Bir de şu gürültü patırtıyı hafifletecek bir cumhurbaşkanı diliyorum.

25 Şubat 2007 Pazar

Bir Cumartesi'den kalanlar

Bu tatil gününü ofiste bir türlü istediğim şeyleri beceremeyerek geçirmenin üstüne doğum gününü kutlamak için mesaj attığım çok sevdiğim bir arkadaşımdan aldığım (ifade tarzından herkese aynısı verildiği anlaşılan) cevap akşama gayet sıkılmış bir halde ulaşmama neden oldu. Kemale ermeye yakın olduğu bir dönemde doğum gününün mutluluktan öte sıkıntıya dönüştüğünden bahsediyordu attığımız mesajlar sayesinde. Hayatımızda bir yaş daha büyümenin en çok koyduğu dönemde olduğumuzu sanıyorum çünkü öğrenciliğin sona ermesi ile artık her gün işe gidip gelen tipler halinde, birbirine çok benzeyen yılların ardı ardına akmasından ibaret bir hayata sahip olan büyükler ordusuna katılma gerçeği ile yüz yüze gelmiş durumdayız. Nasıl bir hayatımız olacak sorusunun kafamızda en çok yer ettiği dönemlerden geçmekteyiz belki de. O anki coşkunlukla kemale ermeye ne kadar yaklaştığının attığı cevaptan anlaşıldığını belirten bir cevap vermek kafamdaki tek düşünceydi ancak doğru bir davranış olmayacağını da biliyordum, kemale ermek için kendine hakim olması, sakin olması öğütlenendim ve kendimi tutmayı başardım. Eve dönüşte yolda insanlara bakıyor ve istisnasız her birinin kim bilir ne sıkıcı tipler olduğu kanısından vazgeçemiyordum.

Üstünde durmaya bile gerek olmayan olaylar için kalp kırmaya bu kadar yakın bir varlık olan insan bu kadar kolayca duygularının arkasına atılabilen aklına ne kadar güvenebilirdi acaba? Bir rehber olmadan ömür boyunca bekleyen binlerce böyle küçük olayla baş edebilir miydi? Sadece yine kolayca kısa devre edilebilen aklı ile mi takılınırdı o rehberin peşine? Bu yetmezdi, şu cevap olabilir miydi peki; o rehberin terbiyesinden geçmesi lazımdı, sadece düşünerek değil hissederek, yaşayarak geçilebilecek bir terbiye? Ama hissetmek nedir nasıl olur? İbadetle gelen psikoloji mi bunu sağlar? Şu anda saat bir buçuk itibariyle sağlıklı değerlendirebilecek gücü bulamıyorum kendimde.

Bir süre önce bu arkadaşımın bilgisayarının masaüstünde bir not olarak yazılı duran şiirde hayatta hiç bir şeye bağlanmamak gerektiğinden, hatta ellerimize bile bağlanmamamız gerektiğinden onları da bir gün kaybedebileceğimizden bahsediyordu. Farklı bakış açısına göre yorumlanınca mantıklı olabileceğini sezmiştim ancak yine de saçma gelmişti. Bağlanmamak için sevmemek gerekmez miydi? Bir insan bunu nasıl başarabilirdi ki? Ancak hala kabul edememekle birlikte şu anda bu fikre daha yakın hissediyorum kendimi.

Yusuf'la 7. caddedeki balıkçıda akşam yemeği yedikten sonra yürürken şık giyimli genç bir kız ve erkeğin bir yandan telefonla konuşup haber almaya çalışırken koştura koştura yanımızdan geçtiklerine şahit oldum. Hiç hesapta olmayan bir haberin akşama, belki de çok daha sonrasına da dair tüm planları değiştirmiş olduğu açıktı. Yaşadığımız dünya bu kadar sürprizlere dolu iken bunlar neden bize her seferinde böyle derin heyecanlar yaşatıyor acaba? Aklımız bunları doğal karşılamamız gerektiğini öğrenemiyor mu, sanırım yine rehberinden öğrenmesi en sağlıklısı kadere boyun eğmenin varlığını. En ince detayına kadar yaptığımız planların aslında henüz birer hayal, tasarım olduğunu ve gerçekleşmemesi ihtimalinin bizim için ne kadar önemli olduğu ile maalesef ters orantılı olmadığını, bu dünyanın geçici olduğunu, sadece anlaması değil tüm benliğiyle hissetmesi, kabul etmesi gerekiyor, bunu başarabilmek için de bu belirsizliklerle dolu yaşamın sonsuz hayatımızın yalnızca bir parçası olduğu gerçeğini rehberinden öğrenerek huzur bulması gerekiyor sanırım. Ne kadar da zor.

Kampüs yaşamı bittiğinden beri sokağa daha çok çıkmak durumundayım ve getireceği bir kaç kuruş için sokağa salınan minik çocuklar ve yaşlı amcalar ve teyzelerin artık daha çok farkına varıyorum. Bugün de yüzünde artık kırışacak yer kalmamış bir teyzeyle elindekileri satmaya çalışırken karşılaştım ve yanından ne zamandır bilmiyorum ama bir şekilde refleks haline getirdiğimi fark ettiğim dik, acımasız edamı takınarak geçtim. Onların orada bulunmasına neden olan tüm sorumlulara olan tepkim neden oluyor olabilir bu hareketime. Ama galiba Türk filmlerindeki hasta olduğunu sakladığı sevgilisinden yalanlar söyleyip kendinden nefret ettirerek ayrılmaya çalışanların yaptığı gibi, ben adinin tekiyim boşuna umutlanmayın maskesi takmaya çalışıyorum. Bu teyzenin kim bilir nasıl gençlik hayalleri vardı? Ne beklentileri vardı o upuzuun gelecekten? Şükürler olsun ki insan alışkan bir varlık. Yaşlanıyoruz, ömrümüz oldukça daha da yaşlanacağız ve türlü sıkıntılarla karşılaşacağız, bunlara sabredebilmek için hazırlıklı olmak durumundayız. Bunlar aslında zaman zaman hepimizin kendimizi kaptırdığımız ancak sonra uzaklaştığımız düşünceler. Belki bunları yarın okurken saçma bulup güleceğim kendime. Sürekli tedirgin bir hayat çekilmez olur tabi gol yememek için kalesinde bekleyip duran bir kaleci gibi. Ancak insan korkuyor ve güzel günlerin sonu nerede diye merak ediyor bazen? Örneğin evden ayrıldığımdan beri beni en sık tedirgin eden düşünce bir gün çok sevdiğim dedemin aramızdan ayrıldığı haberini almak. Sıra daha önce gelmezse bu haberi bir gün alacağım, sonra buna da alışacağım. Hazırlıklı olmak gerek, bu döngülerle yaşam devam edip gidecek. Mesela bir yandan da çamursuz ve üşütmeden, ancak yağışsız geçen bu kışın ardından yazın susuzluk geleceği gibi bir gerçekle karşı karşıyayız.

Eve geldim İnternet'ten gazeteye göz atıyorum. Henüz genç yaştaki bir şarkıcının beyninde ur olduğu tespit edilmiş beyin amaliyatı olacakmış.

Sonra Yusuf'un eniştesi geldi. Üzerinde çok büyük emeği olan bir hocasının eşi vefat etmiş de onun ziyaretinden dönerken uğramış. 85 yaşında olan ve bugün eşini kaybeden adamcağızın yanında bakıcısı dışında kimse kalmadığından bahsetti, çocukları bile evlerine dönmüşler. Koskoca profesörde unutkanlık da başlamış; karısının ölümü aklından çıkıp günlük muhabbetlere dalıyormuş ziyaretçilerle...

14 Şubat 2007 Çarşamba

Özet

Neşe, hüzün, umutsuzluk, zafer sevinci bir delinin duyguları gibi, bir nedene bağlı olmadan birbirini kovalıyordu. Bir delinin duyguları gibi birden kayboluveriyorlardı sonra.
L.N. Tolstoy

12 Şubat 2007 Pazartesi

Kalihora's Song

Esther, child sex worker, with her friends, Kinshasa, DRC

Kalihora's Song


she was free like the wind
and her heart was shining like stars
but her life was short like butterflies
that she had lost in the war of shame

a little child in the cold and dark
a silent cry in this merciless game
now echoing on the streets
and you hear kalihora's song

this new world face true pains
children cry with endless rain
now echoing on the streets
and you hear kalihora's song

elivent senthura suhr havelora
avelar herenis o nira
beribent senthura suhr havelora
nerha ven'hu thera

Almora

9 Ocak 2007 Salı

Bir çırpıda 2006

Geride bırakmakta olduğumuz 2006 yılının bu son saatlerinde bir "G22 Geleneksel yılın en'leri" yarışmasında sizlerle birlikte olmanın mutluluğu ve gururu içerisindeyiz.
hepiniz hoşgeldiniiiz.
...
efendim sözü fazla uzatmadan sonuçları açıklamak istiyorum...

Yılın paparazzisi ödülü, hızlı gece yaşamı ile Ankara sosyetesinde adından sıkça söz ettiren caglao'yu, son günlerin gözde mekanı "Toplantı Odası"nın arka kapısından kaçmaya çalışırken görüntüleyen muratn'ye gidiyor.

"Master of Science" dalında ise "Akvaryum" projesi ile alis zafere ulaşan isim oluyor.

Bir heyecan, bir duygu, bir coşku belirten ifade dalında ise "Yaşa!" ile ahmetd ödüle layık görüldü.

Yılın "araştırmacı gençlik"i ise "Understanding For C++" ile yolumuzu aydınlatan caglao oluyor.

Yılın "cool"u telefon ile konuşmasından, kirli sakalına kadar her yönüyle bu ödülü hak eden muratn oluyor.

"Edebiyatımıza yeni bir soluk getirme" dalında ise dilimizin hemen her fiilini tek bir cümleye sığdıran ilginç üslubu ile omers ödülün sahibi oluyor.

Yılın esprisi ise "traditional approach" ile ahmetd'den geliyor.
ve sıra merakla beklenen ödüle geldi, ...
evet, ...
yılın "K. D. Onur Ödülü"nün sahibi ise uykusuz gecelerin ardından geçirdiği yoğun, koşuşturmalı iş günlerinde hiç bir yılgınlık, yorgunluk belirtisi göstermeden bizlere de moral ve motivasyon aşılayan muberras oluyor!

Yarışmamızın gelişimi açısından değerli katkılarınızı beklediğimizi belirterek programımızı noktalıyoruz.
( Ancak, yılın en'leri var da "boy"ları neden yok gibi parlak önerilerle gelmemenizi temenni ediyoruz :D )

/omers/

6 Aralık 2006 Çarşamba

Kitap - "İslam Medeniyeti ve Türk Kültürü"

Psikoloji dalında akademisyen olan yazar Yılmaz Özakpınar'ın akıcı anlatımı ve gerçekçi yaklaşımı ile son dönemde en beğenerek okuduğum kitaplardan birisi. Yazar, 146 sayfalık kısa kitapta bir çok farklı noktaya değiniyor ve gerçekten doyurucu bir içerik sunuyor. Arka kapaktaki yazı, bu içeriği çok güzel bir şekilde özetliyor:
Kültürsüz toplum olmaz ve her kültür bir bütündür. Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi adlı eserde geliştirdiği medeniyet teorisine göre, kültürün bütünlüğünü sağlayan kaynağın bir inanç ve ahlak nizamı olduğunu ileri süren Yılmaz Özakpınar, ilkel kültür ile bir medeniyete bağlı kültürü kavramsal olarak ayırt ediyor. Medeniyet, sembolik düşünce planında mantıksal sonuçları çıkarılabilen rasyonel bir inanç ve ahlak nizamıdır. Bu nitelikte bir inanç ve ahlak nizamı çerçevesinde ortaya çıkan bir kültür, değişmeye ve gelişmeye açıktır. Böyle olmakla birlikte, bir medeniyete bağlı kültürün, yeni kültür unsurlarına uygulandığı nihai ölçü, bağlı olduğu inanç ve ahlak nizamına uygunluktur.

Yazar, İslam medeniyeti ve Türk kültürü ilişkisini inceliyor. Bu incelemede, on yedinci yüzyıldan bu yana bilim ve tenoloji ile güçlenen Batı medeniyeti karşısındaki zaafların doğurduğu medeniyet sarsıntısının ve kültür bölünmesinin tahlili ön plana çıkıyor.

Kitaptan, hoşlanarak aldığım aşağıdaki kesit, yazarın yaklaşımı ile ilgili fikir verebilir:

Terbiye saf dışı kalmıştır. Bazı kimselere göre din terbiyesi cahil kimseler için gerekli, fakat kendileri gibi aklı eren aydın kimseler için gereksizdir. Onlar kendi akıllarıyla kendi vicdanlarını geliştirdiklerini düşünüyor. Bu düşüncede üç türlü yanlışlık vardır. Birinci olarak, onlar vicdanımla seçerim dedikleri "iyilik" kavramı, yine de toplumdan süzülüp onların ruhuna yerleşmiştir. Bütün toplumlarda iyilik kavramı, kökeninde Allah'ın terbiyesinin eseridir. Başlangıçta Allah'ın terbiyesi olmasaydı insan ya biyolojik bencilliklerin ve içgüdülerin ağır bastığı akıllı fakat vahşi bir hayvan seviyesinde kalacak ya da büyük bir ihtimalle toplum hayatını gerçekleştiremeden bir canlı türü olarak yok olup gidecekti. Bugün insanı şerefli kılan adalet, iyilik, müsamaha, merhamet, şefkat, ahde vefa, fedakarlık gibi kavramlar, başlangıçta kitabi dinlerin inanç esasları ve öğütleri çerçevesinde gelişmiştir. Zamanla bu kavramlar sekülarize olmuş, dini inancı olmayan ya da zayıf olan kimselerin bile toplum etkileriyle benimsediği değerler haline gelmiştir.

İyilik için dine gerek olmadığını, Allah'ın dininden, din terbiyesinin sindiği toplumdan bağımsız olarak vicdanlarını ve iyilik kavramlarını kendi akıllarıyla oluşturacaklarını söyleyenlerin düşünce tarzındaki ikinci yanlışlık da şudur: Fertlerin vicdanı toplumdan büsbütün bağımsız olarak teşekkül etseydi, ferdi vicdanların ister istemez ayrılıklar ve zıtlıklar göstermesi sebebiyle, toplum hayatında düzen ve istikrarı kurmak mümkün olmazdı. Bizler ayrı fertler olarak dindar olalım ya da olmayalım, bir toplum halinde bizi bir arada tutan niteliklerin temelinde yüzyıllar boyu ruhları şekillendiren İslamiyet'in görüş, duyuş ve değerlendiriş tarzı vardır. Toplumun fertleri, aynı kaynaktan süzülmüş vicdan esaslarını benimsemiştir. Yeni doğan fertlerin ruhuna da daha fert aklı başında olarak iman etmeden bu vicdan esasları süzülür. Bu vuku bulduktan sonda fert şu ya da bu etki altında inançsızlık gösterse bile artık onun toplumdan bağımsız olarak kendi vicdanını oluşturması diye bir şey söz konusu olamaz. Hristiyanlığın bozulmuş şeklinin, mantığı zorlayan ve insan ruhunu baskı altında alan bir din olması ve buna reaksiyon olarak görülen dinden kaçma ve insan aklına tapma eğilimi, Barı toplumlarında dinin hayata etkisini zayıflatmıştır. İnsan hayatına ışık tutan bir iman kaynağının rehberliği olmayınca bir sürü felsefeler, hayat görüşleri, ahlak sistemleri, hurafeler ve sapkınlıklar ortalığı kaplamış, herkes kendi aklına göre bir yol tutturmaya başlamıştır. Bu durum sosyologların anomi dediği kuralsızlığı ve belirsizliği doğurmuştur. Batı'da gittikçe artan psikolojik bozuklukların ruh hastalıklarının ve toplum karşıtı patolojik sosyal hareketlerin kaynağında, iman kaynaklı ahlak terbiyesinin zayıflaması olgusu vardır. Bu olgu, fertlerin vicdan teşekkülü kendi başına bırakıldığı zaman doğacak sonuçların işaretini verir.

Dine gerek olmadan vicdanlarının sesini dinleyerek iyiyi kötüden ayırt edebildiklerini söyleyenlerin düşüncesinde bir üçüncü yanlışlık daha vardır. İçgüdüsel itilmelerin, şiddetli heyecanların, derin duyguların hakim olduğu anlarda akıl kandırılmaya hazırdır. Böyle durumlarda, aklın teslim olduğu ve rehber edindiği, aklın dışında bir doğruluk kaynağı ve doğruluk örneği yoksa, doğru hareket ediyorum diye insan kendi nefsinin arzularına uyabilir. Sonra da akıl ve vicdan buna bir sürü gerekçeler düzenleyebilir, kendi arzularına meşruluk kazandıracak felsefeler ideolojiler icat edebilir. İşte insan aklının şüpheye ve tereddüte düştüğü, bocaladığı durumlarda Allah'a iman ve Hazreti Peygamber'in sünnetini örnek alma insanı kötülüklerden sakındırır. İnsan huzur ve güvenle dayanacağı ahlak nizamı hususunda bilinçli olursa, aklını ve vicdanını yanlışlıklardan korur.