6 Aralık 2006 Çarşamba

Kitap - "İslam Medeniyeti ve Türk Kültürü"

Psikoloji dalında akademisyen olan yazar Yılmaz Özakpınar'ın akıcı anlatımı ve gerçekçi yaklaşımı ile son dönemde en beğenerek okuduğum kitaplardan birisi. Yazar, 146 sayfalık kısa kitapta bir çok farklı noktaya değiniyor ve gerçekten doyurucu bir içerik sunuyor. Arka kapaktaki yazı, bu içeriği çok güzel bir şekilde özetliyor:
Kültürsüz toplum olmaz ve her kültür bir bütündür. Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi adlı eserde geliştirdiği medeniyet teorisine göre, kültürün bütünlüğünü sağlayan kaynağın bir inanç ve ahlak nizamı olduğunu ileri süren Yılmaz Özakpınar, ilkel kültür ile bir medeniyete bağlı kültürü kavramsal olarak ayırt ediyor. Medeniyet, sembolik düşünce planında mantıksal sonuçları çıkarılabilen rasyonel bir inanç ve ahlak nizamıdır. Bu nitelikte bir inanç ve ahlak nizamı çerçevesinde ortaya çıkan bir kültür, değişmeye ve gelişmeye açıktır. Böyle olmakla birlikte, bir medeniyete bağlı kültürün, yeni kültür unsurlarına uygulandığı nihai ölçü, bağlı olduğu inanç ve ahlak nizamına uygunluktur.

Yazar, İslam medeniyeti ve Türk kültürü ilişkisini inceliyor. Bu incelemede, on yedinci yüzyıldan bu yana bilim ve tenoloji ile güçlenen Batı medeniyeti karşısındaki zaafların doğurduğu medeniyet sarsıntısının ve kültür bölünmesinin tahlili ön plana çıkıyor.

Kitaptan, hoşlanarak aldığım aşağıdaki kesit, yazarın yaklaşımı ile ilgili fikir verebilir:

Terbiye saf dışı kalmıştır. Bazı kimselere göre din terbiyesi cahil kimseler için gerekli, fakat kendileri gibi aklı eren aydın kimseler için gereksizdir. Onlar kendi akıllarıyla kendi vicdanlarını geliştirdiklerini düşünüyor. Bu düşüncede üç türlü yanlışlık vardır. Birinci olarak, onlar vicdanımla seçerim dedikleri "iyilik" kavramı, yine de toplumdan süzülüp onların ruhuna yerleşmiştir. Bütün toplumlarda iyilik kavramı, kökeninde Allah'ın terbiyesinin eseridir. Başlangıçta Allah'ın terbiyesi olmasaydı insan ya biyolojik bencilliklerin ve içgüdülerin ağır bastığı akıllı fakat vahşi bir hayvan seviyesinde kalacak ya da büyük bir ihtimalle toplum hayatını gerçekleştiremeden bir canlı türü olarak yok olup gidecekti. Bugün insanı şerefli kılan adalet, iyilik, müsamaha, merhamet, şefkat, ahde vefa, fedakarlık gibi kavramlar, başlangıçta kitabi dinlerin inanç esasları ve öğütleri çerçevesinde gelişmiştir. Zamanla bu kavramlar sekülarize olmuş, dini inancı olmayan ya da zayıf olan kimselerin bile toplum etkileriyle benimsediği değerler haline gelmiştir.

İyilik için dine gerek olmadığını, Allah'ın dininden, din terbiyesinin sindiği toplumdan bağımsız olarak vicdanlarını ve iyilik kavramlarını kendi akıllarıyla oluşturacaklarını söyleyenlerin düşünce tarzındaki ikinci yanlışlık da şudur: Fertlerin vicdanı toplumdan büsbütün bağımsız olarak teşekkül etseydi, ferdi vicdanların ister istemez ayrılıklar ve zıtlıklar göstermesi sebebiyle, toplum hayatında düzen ve istikrarı kurmak mümkün olmazdı. Bizler ayrı fertler olarak dindar olalım ya da olmayalım, bir toplum halinde bizi bir arada tutan niteliklerin temelinde yüzyıllar boyu ruhları şekillendiren İslamiyet'in görüş, duyuş ve değerlendiriş tarzı vardır. Toplumun fertleri, aynı kaynaktan süzülmüş vicdan esaslarını benimsemiştir. Yeni doğan fertlerin ruhuna da daha fert aklı başında olarak iman etmeden bu vicdan esasları süzülür. Bu vuku bulduktan sonda fert şu ya da bu etki altında inançsızlık gösterse bile artık onun toplumdan bağımsız olarak kendi vicdanını oluşturması diye bir şey söz konusu olamaz. Hristiyanlığın bozulmuş şeklinin, mantığı zorlayan ve insan ruhunu baskı altında alan bir din olması ve buna reaksiyon olarak görülen dinden kaçma ve insan aklına tapma eğilimi, Barı toplumlarında dinin hayata etkisini zayıflatmıştır. İnsan hayatına ışık tutan bir iman kaynağının rehberliği olmayınca bir sürü felsefeler, hayat görüşleri, ahlak sistemleri, hurafeler ve sapkınlıklar ortalığı kaplamış, herkes kendi aklına göre bir yol tutturmaya başlamıştır. Bu durum sosyologların anomi dediği kuralsızlığı ve belirsizliği doğurmuştur. Batı'da gittikçe artan psikolojik bozuklukların ruh hastalıklarının ve toplum karşıtı patolojik sosyal hareketlerin kaynağında, iman kaynaklı ahlak terbiyesinin zayıflaması olgusu vardır. Bu olgu, fertlerin vicdan teşekkülü kendi başına bırakıldığı zaman doğacak sonuçların işaretini verir.

Dine gerek olmadan vicdanlarının sesini dinleyerek iyiyi kötüden ayırt edebildiklerini söyleyenlerin düşüncesinde bir üçüncü yanlışlık daha vardır. İçgüdüsel itilmelerin, şiddetli heyecanların, derin duyguların hakim olduğu anlarda akıl kandırılmaya hazırdır. Böyle durumlarda, aklın teslim olduğu ve rehber edindiği, aklın dışında bir doğruluk kaynağı ve doğruluk örneği yoksa, doğru hareket ediyorum diye insan kendi nefsinin arzularına uyabilir. Sonra da akıl ve vicdan buna bir sürü gerekçeler düzenleyebilir, kendi arzularına meşruluk kazandıracak felsefeler ideolojiler icat edebilir. İşte insan aklının şüpheye ve tereddüte düştüğü, bocaladığı durumlarda Allah'a iman ve Hazreti Peygamber'in sünnetini örnek alma insanı kötülüklerden sakındırır. İnsan huzur ve güvenle dayanacağı ahlak nizamı hususunda bilinçli olursa, aklını ve vicdanını yanlışlıklardan korur.