25 Şubat 2007 Pazar

Bir Cumartesi'den kalanlar

Bu tatil gününü ofiste bir türlü istediğim şeyleri beceremeyerek geçirmenin üstüne doğum gününü kutlamak için mesaj attığım çok sevdiğim bir arkadaşımdan aldığım (ifade tarzından herkese aynısı verildiği anlaşılan) cevap akşama gayet sıkılmış bir halde ulaşmama neden oldu. Kemale ermeye yakın olduğu bir dönemde doğum gününün mutluluktan öte sıkıntıya dönüştüğünden bahsediyordu attığımız mesajlar sayesinde. Hayatımızda bir yaş daha büyümenin en çok koyduğu dönemde olduğumuzu sanıyorum çünkü öğrenciliğin sona ermesi ile artık her gün işe gidip gelen tipler halinde, birbirine çok benzeyen yılların ardı ardına akmasından ibaret bir hayata sahip olan büyükler ordusuna katılma gerçeği ile yüz yüze gelmiş durumdayız. Nasıl bir hayatımız olacak sorusunun kafamızda en çok yer ettiği dönemlerden geçmekteyiz belki de. O anki coşkunlukla kemale ermeye ne kadar yaklaştığının attığı cevaptan anlaşıldığını belirten bir cevap vermek kafamdaki tek düşünceydi ancak doğru bir davranış olmayacağını da biliyordum, kemale ermek için kendine hakim olması, sakin olması öğütlenendim ve kendimi tutmayı başardım. Eve dönüşte yolda insanlara bakıyor ve istisnasız her birinin kim bilir ne sıkıcı tipler olduğu kanısından vazgeçemiyordum.

Üstünde durmaya bile gerek olmayan olaylar için kalp kırmaya bu kadar yakın bir varlık olan insan bu kadar kolayca duygularının arkasına atılabilen aklına ne kadar güvenebilirdi acaba? Bir rehber olmadan ömür boyunca bekleyen binlerce böyle küçük olayla baş edebilir miydi? Sadece yine kolayca kısa devre edilebilen aklı ile mi takılınırdı o rehberin peşine? Bu yetmezdi, şu cevap olabilir miydi peki; o rehberin terbiyesinden geçmesi lazımdı, sadece düşünerek değil hissederek, yaşayarak geçilebilecek bir terbiye? Ama hissetmek nedir nasıl olur? İbadetle gelen psikoloji mi bunu sağlar? Şu anda saat bir buçuk itibariyle sağlıklı değerlendirebilecek gücü bulamıyorum kendimde.

Bir süre önce bu arkadaşımın bilgisayarının masaüstünde bir not olarak yazılı duran şiirde hayatta hiç bir şeye bağlanmamak gerektiğinden, hatta ellerimize bile bağlanmamamız gerektiğinden onları da bir gün kaybedebileceğimizden bahsediyordu. Farklı bakış açısına göre yorumlanınca mantıklı olabileceğini sezmiştim ancak yine de saçma gelmişti. Bağlanmamak için sevmemek gerekmez miydi? Bir insan bunu nasıl başarabilirdi ki? Ancak hala kabul edememekle birlikte şu anda bu fikre daha yakın hissediyorum kendimi.

Yusuf'la 7. caddedeki balıkçıda akşam yemeği yedikten sonra yürürken şık giyimli genç bir kız ve erkeğin bir yandan telefonla konuşup haber almaya çalışırken koştura koştura yanımızdan geçtiklerine şahit oldum. Hiç hesapta olmayan bir haberin akşama, belki de çok daha sonrasına da dair tüm planları değiştirmiş olduğu açıktı. Yaşadığımız dünya bu kadar sürprizlere dolu iken bunlar neden bize her seferinde böyle derin heyecanlar yaşatıyor acaba? Aklımız bunları doğal karşılamamız gerektiğini öğrenemiyor mu, sanırım yine rehberinden öğrenmesi en sağlıklısı kadere boyun eğmenin varlığını. En ince detayına kadar yaptığımız planların aslında henüz birer hayal, tasarım olduğunu ve gerçekleşmemesi ihtimalinin bizim için ne kadar önemli olduğu ile maalesef ters orantılı olmadığını, bu dünyanın geçici olduğunu, sadece anlaması değil tüm benliğiyle hissetmesi, kabul etmesi gerekiyor, bunu başarabilmek için de bu belirsizliklerle dolu yaşamın sonsuz hayatımızın yalnızca bir parçası olduğu gerçeğini rehberinden öğrenerek huzur bulması gerekiyor sanırım. Ne kadar da zor.

Kampüs yaşamı bittiğinden beri sokağa daha çok çıkmak durumundayım ve getireceği bir kaç kuruş için sokağa salınan minik çocuklar ve yaşlı amcalar ve teyzelerin artık daha çok farkına varıyorum. Bugün de yüzünde artık kırışacak yer kalmamış bir teyzeyle elindekileri satmaya çalışırken karşılaştım ve yanından ne zamandır bilmiyorum ama bir şekilde refleks haline getirdiğimi fark ettiğim dik, acımasız edamı takınarak geçtim. Onların orada bulunmasına neden olan tüm sorumlulara olan tepkim neden oluyor olabilir bu hareketime. Ama galiba Türk filmlerindeki hasta olduğunu sakladığı sevgilisinden yalanlar söyleyip kendinden nefret ettirerek ayrılmaya çalışanların yaptığı gibi, ben adinin tekiyim boşuna umutlanmayın maskesi takmaya çalışıyorum. Bu teyzenin kim bilir nasıl gençlik hayalleri vardı? Ne beklentileri vardı o upuzuun gelecekten? Şükürler olsun ki insan alışkan bir varlık. Yaşlanıyoruz, ömrümüz oldukça daha da yaşlanacağız ve türlü sıkıntılarla karşılaşacağız, bunlara sabredebilmek için hazırlıklı olmak durumundayız. Bunlar aslında zaman zaman hepimizin kendimizi kaptırdığımız ancak sonra uzaklaştığımız düşünceler. Belki bunları yarın okurken saçma bulup güleceğim kendime. Sürekli tedirgin bir hayat çekilmez olur tabi gol yememek için kalesinde bekleyip duran bir kaleci gibi. Ancak insan korkuyor ve güzel günlerin sonu nerede diye merak ediyor bazen? Örneğin evden ayrıldığımdan beri beni en sık tedirgin eden düşünce bir gün çok sevdiğim dedemin aramızdan ayrıldığı haberini almak. Sıra daha önce gelmezse bu haberi bir gün alacağım, sonra buna da alışacağım. Hazırlıklı olmak gerek, bu döngülerle yaşam devam edip gidecek. Mesela bir yandan da çamursuz ve üşütmeden, ancak yağışsız geçen bu kışın ardından yazın susuzluk geleceği gibi bir gerçekle karşı karşıyayız.

Eve geldim İnternet'ten gazeteye göz atıyorum. Henüz genç yaştaki bir şarkıcının beyninde ur olduğu tespit edilmiş beyin amaliyatı olacakmış.

Sonra Yusuf'un eniştesi geldi. Üzerinde çok büyük emeği olan bir hocasının eşi vefat etmiş de onun ziyaretinden dönerken uğramış. 85 yaşında olan ve bugün eşini kaybeden adamcağızın yanında bakıcısı dışında kimse kalmadığından bahsetti, çocukları bile evlerine dönmüşler. Koskoca profesörde unutkanlık da başlamış; karısının ölümü aklından çıkıp günlük muhabbetlere dalıyormuş ziyaretçilerle...

14 Şubat 2007 Çarşamba

Özet

Neşe, hüzün, umutsuzluk, zafer sevinci bir delinin duyguları gibi, bir nedene bağlı olmadan birbirini kovalıyordu. Bir delinin duyguları gibi birden kayboluveriyorlardı sonra.
L.N. Tolstoy

12 Şubat 2007 Pazartesi

Kalihora's Song

Esther, child sex worker, with her friends, Kinshasa, DRC

Kalihora's Song


she was free like the wind
and her heart was shining like stars
but her life was short like butterflies
that she had lost in the war of shame

a little child in the cold and dark
a silent cry in this merciless game
now echoing on the streets
and you hear kalihora's song

this new world face true pains
children cry with endless rain
now echoing on the streets
and you hear kalihora's song

elivent senthura suhr havelora
avelar herenis o nira
beribent senthura suhr havelora
nerha ven'hu thera

Almora